9 Temmuz 2013 Salı

"Madde hakikatte yoktur, hayaldir.“ diyen bir Kabala’cı daha: Ahmet Hulusi

Ahmet Hulusi
Ahmet Hulusi

Ahmet Hulusi, internetten yayınladığı videolar ve dağıttığı bedava kitaplarla, Mü’min gönüllerin temiz akidelerini bozmaya çalışan ve hiçbir dini tedrisatı mevcut olmayan biridir.  Aşağıda kendi konuşmalarından ve eserlerinden vereceğimiz kısımlar inşallah nasıl sapık bir itikada sahip olduğunu göstermeye yeterli olur. Evvela Ahmed Hulusi‘nin 2007 Nisan ayında kendi web sitesinde yazdıgı bir makalesinde geçen iddialarını cevaplandıralım.

            Ahmet Hulusi o makalesinde şunları söylüyor: “Senin kabul ettiğin gibi madde diye bir şeyin gerçekte hiçbir zaman varolmamış olduğunu farket, anla artık! ”  Eğer madde diye bir şey yoksa ve her şey rüyadan ibaret ise, o vakit işlediğimiz hiçbir günahtan ve suçtan mes’ul değiliz. Çünkü insan rüyasında işlediği hatalardan dolayı yargılanır mı? Ahmed Hulusi’nin bu görüşü Harun Yahya yani Adnan Oktar ile de paralellik göstermektedir.
(Maddenin gerçekte var olmadığını, görüp duyup his ettiklerimizin sadece ama sadece hayallerden ibaret olduğunu iddia eden bir takım türedilerin, asıl dayanakları Yahudilerin Kabala kitabıdır. Son zamanlarda ülkemizde birkaç türedi, bedava kitaplar ve CD’ler dağıtarak Müslümanları bu hususta aldatmak gayretine girmektedirler. Araştırıldığında bu şahısların gerçekte Musevi oldukları, Yahudi ırkından oldukları, Sabetayist oldukları ama kendilerini Müslüman gibi tanıttıkları, art niyetli hareket ettikleri meydana çıkmaktadır.   Akademi )

            Şemsu‘l İslam Pezdevî‘in Usul-ü İtikad‘ında şu yazıyor: Eşya aynı ile mevcuddur.
Yani eşya göründüğü gibidir ve eşya yani madde vardır demektir.


“Rasûlullah’ın nefsî müdafaa sadedinde savaşmasını, Kâbe’yi ziyaret hakkı uğruna savaşmayı göze almasını gözardı edip; silah yoluyla insanları zorla Müslüman yapmak uğruna ömrünü harcıyorsan… Artık ne diyebilirim…

            Bu fikir İslam‘da tek cihad nefsi müdaafadır İslam‘ı yaymak icin cihad yapılamaz hezeyanını dillendirmektedir. O zaman şunu sormak lazım; Resulullah Efendimizin (s.a.v.) Yemen‘i fethi, müdaafa olmayıp taarruz olması nasıl açıklanır? “Fitne yok olup din yanlız Allah‘ın olana kadar kafirlerle cihad edin. ayeti mevcuttur. Ayrıca   Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “İnsanlarla ‘la ilahe ilallah‘ diyene kadar, namaz kılıp zekat verene kadar cihad etmekle emrolundum.

            “Dünyada iki tane anlaşılan İslam var. Biri benim anladığım, biri de 1 milyar Müslümanın anladığı. O Müslümanlar şöyle inanıyor: Yukarıda, gökte bir yerde bir “tanrı” vardır! Müslümanlar, o tanrının adına “Allah”  derler! Yukarıdaki o Tanrı, insanların görüp-bilemediği bir yerlerde “cehennem” ve “cennet” adında iki mekân yaratmıştır.” Ahmet Hulusi, kendisinden gayri bütün Müslümanların inançlarını yanlış bulmaktadır. Yani, kendisinden başka herkesi tekfir ederek küfre düşmüştür.

            Ahmet Hulusi’nin şu iddiası da ilginçtir: “İbadetler, rıza kazanmak için değil, ikinci yaşamda kimse senden hesap sormayacak. Bu ibadetleri (fizikî) fayda ve cehennem olan güneşin çekiminden kaçabilmek için yapıyorsun.”  Bu söyledikleri ile ahiret gününde olacak olan hesabı da inkâr eden Ahmet Hulusi, ibadetlerin Allah rızası için yapılmayacağını söyleyerek küfre düşüyor. Aynı doğrultuda şu ifadeleri mevcuttur: “İbadet” adı altında, resûl tarafından bize ulaştırılan her çalışma, tümüyle fiziksel ve bilimsel gerçeklere dayanır. Kesinlikle, yukarıdaki, ötemizdeki bir Tanrı’nın gönlünü hoş etme amacına dönük değildir. Evreni “yok” tan var kılan Allah’ın, insanların hiçbir “ibadet”ine, çalışmasına ihtiyacı yoktur. Aldığım gıdalar, nasıl bedenin bir ihtiyacını karşılama amacına dönükse; ibadet adı verilen çalışmalar da, senin ölüm ötesi yaşamının ihtiyaçları ile ilgilidir. Beyin gücünün, bir tür ışınsal yapı olan bedenine, yani, ruhuna yükleyeceği bilgi ve enerji ile ilgilidir.”[i]

            Hâlbuki Hz. Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Benim namazım, ibâdetlerim ve diriliğim ve ölümüm âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ içindir.”[ii]

“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”[iii]

            Cinler hakkında da; “Evrende sayısız dalga boyları katmanlarında, sayısız bilinç türleri vardır. Dünyamızda bu alt katmanlarda yaşayan bu canlı türlerinin bir kısmına da o devirde “ cin” adı verilmiştir.”[iv]  iddiasını ortaya atar.

Hâlbuki ayet-i kerimede: “Ben cinleri ve insanları ancak ibadet etsinler diye yarattım.” buyrulmuyor mu? Yine başka bir ayette Allah şöyle buyuruyor:

“(Resûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik.”[v]

“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?”[vi]

            Ahmet Hulusi şöyle diyor: “Biz, bu yolda yapacağımız çalışmalarla ne ölçüde beynimizin kullanılır kapasitesini geliştirirsek, o kadarıyla, “Allah” adıyla işaret edilenin özelliklerini varlığımızda bulur, O’na erer, O’nu fark ederiz.”[vii]

Allahu Teâlâ’nın tüm varlığımızda ve her hücremizde olduğunu iddia eden Ahmet Hulusi’ye şu soru sorulsa acaba cevap olarak ne derdi: Madem Allah her hücremizde; biz ve hücrelerimiz yaratılmadan evvel Allah nerdeydi?

            Ahmet Hulusi’nin ahirette ceza ve mükafatı reddeddiğine dair beyanı şöyledir: “Gelecekte beklenen ateş ya da işkence olaylarını “gazab” sanarak...; insanın yaşadığı andaki “gazab”dan gafleti ise, “Allah gazabına uğramış olmasının” açık yaşantısıdır! “Allah gazabına duçar olmuş” kişi, “özündeki Allah’ı tanıyamamış ve bunun gerçeğini hala yaşayamamakta olan” insandır! Bunu idrak etmemekte gazaba uğramışlığın bir başka belirtisidir!”[viii]

            Bu cümlelerle ifade edilmek istenen şey, ceza ve mükâfatın ahirette değil, dünyada olduğudur ki, küfürdür. Benzer ifadeleri diğer bir kitabında şöyle zikretmektedir: “Gerek bizim ve gerekse bizden evvel yaşamış birçok “ hakikat ve marifet” müşahedesi olan zevatın müttefik olduğu, Cennetlerin galaksi içindeki yıldızlarda yer aldığı hususu, bu “ boyutsallık” kavramı anlaşılmadan asla idrak edilemez... Müşahede edilen Cennetler ve canlılar bu yıldızların görülmekte olan madde yapılarında değil, boyutsal derinliklerinde mevcuttur... Cehennemin “Güneş” olması dahi, algılanan fizik madde boyutu itibariyle değil; şu anda yaşamakta olan geçmiş ruhların, cinlerin yaşamakta olduğu alt boyut itibariyledir.

Hadislerle sabit olan, Cehennemlik kabir ehlinin Cehennemi ve zebanilerini görme olayı, dahi Güneş’ in, ruh boyutundan algılanması sebebiyledir![ix] Eğer cehennem, Güneş ise ayetlerde ifade edilen şu olayların Güneş’in neresinde ve nasıl gerçekleştiğini de anlatmak zorundasınız:
  
“Şüphe yok ki, biz onu -o ağacı- zalimler için bir fitne kıldık.”[x] Güneş, insanlar için faydalı bir şeyse nasıl fitne olabilir?

“Bir ağaçtır ki, cehennemin çukurunda -meydana-çıkar.”[xi] Güneş’in neresinde ağaç yetişiyor, Sayın Hulusi’ye sormak lazım.

            Güneş, cehennem değildir. Cehennem kıyamet koptuktan sonra ateşlenecektir, yakıtı ise insanlar ve taşlar olacaktır. Ve kıyamet esnasında Güneş’in durumu şu şekilde tasvir ediliyor Hz. Kur’an’da: “Gökyüzü sıyrılıp alındığında, Cehennem tutuşturulduğunda…”[xii]

            “Bu yazıda çok önemli bir yanlışa işaret etmek istiyorum. Ruhlar ezelde, gökte bir yerde yaratıldı da, peyder pey dünyaya mı gönderiliyor?  Din bunu mu diyor?  Kesinlikle hayır! Ruhlar geçmişte ezelde yaratılmışta, şimdi teker teker dünyaya bedenlere gönderilmiyorlar! Aksine, her ruh, ana rahminde yüz yirminci günde, o ceninin özünden gelen Allah kudretinin, meleki güç olarak açığa çıkarttığı tesirle, o varlığın beyni tarafından üretiliyor!”[xiii]

            “Ruh gerek Hazreti Rasulullah Aleyhisselam’ın olsun, gerekse bütün insanların olsun, biyolojik - hücresel bedenleri varolmadan önce “ RUH” bedenleri mevcut değildir! Yani, önce belli bir mekânda insanların ruhları yaratılmış, sonra da bu ruhlar peyderpey dünyada ana rahimlerinde oluşan bedenlerin içine gönderilmiştir, görüşü tamamıyla yanlıştır!”[xiv]

“Ve hatırla o zamanı ki, Rab'bin meleklere demişti ki: Şüphe yok, ben çamurdan bir insan yaratacağım.”[xv]

“Onu biçimlendirip Ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın.”[xvi]  

“Sonra onun neslini bir özden, (ana rahminde) hakir bir su (Sperma)dan yaptı. Sonra ona biçim verdi, ona “kendi Ruhun”dan üfledi. Ve sizin için kulak(lar), gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.”[xvii]

            Şu ayetler ise ruhun daha evvel yaratılmış olduğuna işarettir: “Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah'ın resûlüdür, (o) Allah'ın, Meryem'e ulaştırdığı "kün: Ol" kelimesi(nin eseri)dir, O'ndan bir ruhtur. (O'nun tarafından gönderilmiş yahut teyit edilmiş yahut da Cebrail tarafından üfürülmüş bir ruhtur). Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. "(Tanrı) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.”[xviii]

            “Elest bezmi uydurmadır.” diyen Hulusi’ye şu ayeti göstermek lazımdır: “Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.”[xix]

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”[xx]

            Eğer, insanlara ruh verilmemiş olsa acaba, sorulan suale nasıl cevap verebileceklerdi? Bir hadis-i şerifte Resulullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ruhlar toplanmış cemaatlar (gibidir) onlardan birbirleriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır tanışmayanlar ayrılırlar.”[xxi]

            Ahmet Hulusi, insanların Allah’a hamd edemeyeceğini iddia eder: “Aklınızı başınıza alın ve O’nu basit bir gök Tanrısı gibi düşünüp, övmeye, methetmeye, O’na yaranmak için bin türlü hallere girmeye kalkmayın! Siz bu konuda O’nu değerlendirmekten acizsiniz... Allah’ı ancak ALLAH değerlendirip ALLAH’ a ancak ALLAH HAMD eder! Size de yakışa, HAMD’i ancak ALLAH’ın yapabileceğini idrak ederek bu konuda yetersizliğinizi farketmiş bir halde haddinizi bilmektir! Evet, Hamd ALLAH’a mahsustur; ALLAH’ın hakkıdır. Ancak O hamd edebilir; ALLAH’ın tasarrufu altındadır. Ancak O değerlendirebilir; çünkü Allah’tır, gayrı mevcut değildir.. .Bütün bunları bilen, bilir; bilmeyen ne bilir.”[xxii]

Hâlbuki ayet-i kerimede şöyle buyruluyor: “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrail oğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler. “[xxiii]

            Sayın Hulusi, bu ayeti kerimede geçen “Ahmed” isminin manası; en çok hamd eden, (en çok öven) demektir. Şimdi söyler misiniz en çok hamd eden ( en çok öven) manasına gelen ayetteki bu “Ahmed” ismi, Allah’ın (c.c.) ismi midir? Yoksa Peygamber Efendimizin ismi midir? Yani Hz. Allah’a en çok hamd eden, O’nu en çok öven Allah (c.c.) mıdır? Yoksa Peygamberimiz (s.a.v.) midir? Gayet tabii Ahmed ismi O’nun (s.a.v.) olduğuna ve de bu ismi O’na, Allah (c.c.) verdiğine göre; Allah’a en çok hamd eden, Elbette Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizdir. Hamd ile alakalı diğer ayetler ise şöyledir:
“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!”[xxiv]

“Hatırla o zamanı ki, Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde muhakkak bir halife kılacağım" diye buyurmuştu. Melekler de: "Yeryüzünde fesat çıkaracak, kanlar dökecek kimseyi mi yaratacaksın, bizler ise sana, hamd ile tesbih eder, seni takdis eyleriz." demişlerdi. Allahü Teâlâ da: "Şüphe yok ki sizin bilemeyeceğiniz şeyleri ben bilirim." diye buyurmuştur.”[xxv]

“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.”[xxvi]

            Ahmet Hulusi denilen şahsın da, nasıl İslam’ı tahrip ve tahrif etmeye çalıştığını göstermeye gayret ettik. Allah, ona hidayet versin ve Müminleri onun şerrinden muhafaza eylesin.

| Harun Çetin
AkademiDergisi.com



[i] Ahmet Hulusi, Dini Yanlış Algılama, s.38-39
[ii] Sûre-i Enam/162
[iii] Sûre-i Tevbe/100
[iv] Ahmet Hulusi, Dini Yanlış Algılama, s.41
[v] Sûre-i Cin/1
[vi] Sûre-i En’am/130
[vii] Ahmet Hulusi, Dini Yanlış Algılama
[viii] Ahmet Hulusi, age, s.217
[ix] Ahmet Hulusi, Hz. Muhammed Neyi Okudu, s.106
[x] Sûre-i Saffat/ 63
[xi] Sûre-i Saffat/ 64
[xii] Sûre-i Tekvir/11-12
[xiii] Ahmet Hulusi, Dini Yanlış Algılama, s.95
[xiv] Ahmet Hulusi, Hz. Muhammed Neyi Okudu, s.72
[xv] Sûre-i Sad/71
[xvi] Sûre-i Sâd/72
[xvii] Sûre-i Ahzâb/8-9
[xviii] Sûre-i Nisa/171
[xix] Sûre-i Ahzap/7
[xx] Sûre-i A’raf/172
[xxi] Buhari, Müslim, Ebu Davud Kütüb-ü Sitte, cilt 10, s.145
[xxii] Ahmet Hulusi, Hz.Muhammed Neyi Okudu, s.135 -137
[xxiii] Sûre-i Saff/ 6
[xxiv] Sûre-i Tevbe/112
[xxv] Sûre-i Bakara/30
[xxvi] Sûre-i Secde/15

1 yorum:

  1. ALLAH SENDEN RAZ OLSUN ...YAZ Kİ ŞEK GİTSİN,EŞEKLER BİLİNSİN.

    YanıtlaSil

Seviyesiz ve samimiyetsiz yorumlar onaylanmaz. Küfür, hakaret, karalama içerikli yorum yapanlar hukuka sevk edilir. Yorumlardan hukuken yorumcular sorumludur.

Bu güne değin en çok tıklanılanlar